KARS
Hayatım yanlış anlamalar üzerine kurulmuş. Şu anda Kars’a giden bir trenin içinde tek başıma oturmuş ne yapacağımı düşünüyor olmam gibi. Bir tek beni mi bulur böyle aksilikler bilmem ama bu saatten sonra başkalarıyla ilgilenecek hâlim olduğunu da düşünmüyorum. Şimdi diyeceksiniz ki yanlış anlaşılmayla Kars arasında nasıl bir ilişki var? Bu durumu kısaca açıklamak gerekirse nasıl kısa anlatabilirim onu da bilmiyorum ama en azından bir yerden başlayabilirim.
Ben İstanbul’da yaşayan evli, çoluk çocuk sahibi, işinde gücünde bir kadınım. Aslına bakarsanız bu şansla yaşamam bile bir mucize. Ankara’da oturan bir akrabamın düğününe gitmek için otobüs yerine trenden bilet almaya karar verdim. Arkadaşlarım o kadar çok anlatmıştı ki; çok rahatmış, hızlıymış, otobüse göre daha ucuzmuş... Boşa dememişler en iyi yol bildiğin yoldur diye. Bin otobüse git ama olmaz! Trenden de eksik kalmayacağım ya.
Çocuklara haydi beraber gidelim dediğimde aldığım cevap malum, olumsuz. Kocamın zaten işi var gelmez, ben de gitmesem olmaz, annem başımın etini yer, “Ne vardı gelseydin, incilerin mi dökülürdü?” der der der... Kaçış yok bari biletimi alayım diye gara gittim. Gişe ne tarafta diye etrafa bakınırken kapının tam karşısındaki afiş dikkatimi çekti. Koskocaman bir tren resmi, bacasından dumanlar çıkarak karların arasından sanki üstüme doğru geliyor gibiydi. Meşhur Doğu Ekspresi afişiydi bu. Geçen sene ofisten arkadaşım Necla bu trenle Kars’a gezmeye gitmişti, oradan hatırladım. Arkadaşıma afişle bir resim atayım da Kars’a gidiyorum sansın diye telefonumu çıkardım, evirdim çevirdim bir türlü afişle kendimi bir arada çekemedim. Kâh gözüm kapalı çıkıyor kâh kafamın yarısı görünmüyor, afişteki trenin başı yerine sonu çıkıyordu. Elimde telefonla uğraşırken, “Siz de mi Doğu Ekspresi’ne binmek istiyorsunuz?” sesiyle irkildim ama bozuntuya vermedim. Bir an ne diyeceğimi bilemedim. Necla’ya hava atmak için resim çekmeye çalışıyordum, diyecek hâlim yoktu ya ben de “Evet” deyiverdim. Sohbeti uzatmak ister gibi bir hâli vardı ama tanımadığım biriyle ne konuşacaktım, daha fazla muhatap olmadan kafamı telefona iyice gömdüm ve gişeye doğru yürümeye başladım.
Gişenin kapalı olduğunu görünce saatime baktım. Mesai saati henüz bitmediği için memur nasılsa gelir düşüncesiyle beklemeye başladım ve kısa bir süre sonra da geldi. O da ne? Memur az önce benimle konuşmaya çalışan adam olmasın mı? Yüzüne bakınca mahcup olmuştum. Bu nedenle biraz kısık bir sesle “Ankara’ya bir bilet alabilir miyim?” dedim. “Biraz zor.” diye karşılık vermesin mi! Ne yani yüz vermedim diye bilet alamayacak mıydım? Biraz alttan alıp bileti kurtarabileyim diye en kibar ses tonumla “Bir yolu yok mu? Akrabamın düğünü var yardımcı olamaz mısınız?” dedim. Beş, on dakika boyunca telefonla birilerini aradı, içeriye gitti geldi, koridorda bir aşağı bir yukarı dolaştı ve sonunda, “Tamam, senin işi hallettim al bakalım biletini.” dedi. O an çocuk gibi sevindim. Sanki yıllardır beklediğim oyuncağıma kavuşmuştum. O sevinçle biletin sadece saatini kontrol etmek aklıma geldi. Tren öğlen 13.00’de kalkacaktı. Neyse ki düğün akşamdı, rahatlıkla yetişirim düşüncesiyle çantama attım. Ertesi gün trene binmek için gara gittiğimde bir terslik olduğunu anlamıştım ama ne olabilir, diyerek önemsemedim. Kars’a gidecek hâlim yoktu ya! Hem Kars’a Ankara üzerinden gidiliyor, yolda inerim diye kendi kendime espri bile yaptım.
Trene bindim ve etrafa bakarken uyuya kalmışım. Gözümü açtığımda bir de ne öğreneyim tren gerçekten de Kars’a gitmesin mi! Memur yanlış anlamış, bana Ankara yerine Kars bileti vermiş. O yüzden zor demiş ve bu kadar uğraşmış. Şimdi ne yapacaktım, kime ne anlatacaktım? Evdekilere düğüne gittim desem anneme ne diyecektim? Neden gelmedin, diye başımın etini yerdi. Hele kuzenim yıllarca küsse sebebini nasıl açıklayacaktım. Kars’ta insem tekrar uçağa binip Ankara’ya gitsem diye düşündüm ama düğünün başlamasına iki saat kalmıştı. Yolda inip en kısa güzergâhtan geri dönmek istesem yanlış yolda olduğumu ancak Sivas’a vardığımda anladığım için o ihtimalide kaçırmış oldum.
Artık yapacak bir şey yoktu bari yolculuğun tadını çıkarayım, dedim ama nerde. Necla bu yolculuk için günlerce hazırlanmıştı. Kalın kalın atkılar, bereler örmüş, sarmalar, dolmalar, börekler yapmıştı. Yolculuğa çıktığı arkadaşlarıyla ne videolar, resimler çekip paylaşmıştı. Benimse yanımda kimse olmadığı gibi elimde de düğünde giyeceğim abiye elbiseden başka bir şeyim yoktu.
Telefonum o kadar çok çalıyordu ki herkes beni merak etmiş, sıradan aramaya başlamışlardı. Annem, kocam, çocuklarım, kardeşim, kuzenim... Ne diyecektim, hangi birine laf anlayacaktım? Rezil olacaktım.
Eve dönmem tam dört gün sürdü. Döndüğümdeyse herkesin yüzünde bir tebessüm vardı. Galiba beni çok özlemişler, dönüşüme seviniyorlar diye hepsini tek tek kucakladım ama yüzlerindeki gülümsemeyi yanlış anlamıştım. Meğer hâlime gülüp alay ediyorlarmış. Büyük oğlum, “Ankara nasıldı? Kars üzerinden biraz sapa olmuştur.” demesin mi. Evet biraz sapa oldu.
İLKNUR TIRIŞ