• KİTAP/ FİLM YAZILARI

Admin Kullanıcısı

05 Nisan 2022

450

GÜN OLUR ASRA BEDEL/CENGİZ AYTMATOV

                   BÜYÜK YAZARLARIN KARİYERİNLERİNDEKİ ZİRVE ESERLER 

                                     Gün Olur Asra Bedel / Cengiz Aytmatov

  Büyük yazarların kariyerlerinde onları zirveye taşıyan bazı eserler vardır. Cengiz Aytmatov için bu eser Gün Olur Asra Bedel romanıdır. Bu yazıda eserden ne beklediğimi ve beraberinde ne bulduğumu sizlerle paylaşacağım. 

  Kendi deyişimle ağır olarak nitelendirdiğim kitaplardan biriydi Aytmatov’un eseri ve bu yönüyle beklentimi karşıladı. Fikirleri olan, öğreten ve yaşatan bir eser olmuş. Bana kalırsa hayat ilerlerken alınan her yeni yaşla birlikte tekrar tekrar okunup farklı dersler çıkarılabilecek türden bir kitap. İsim tercihinden de söz etmek istiyorum. Açıkçası kulağa hoş gelmesi dışında anlam arayışına girişmemiştim, acaba ne demek istiyor yazar, diye düşünmemiştim kitabın ismine istinaden. Gün Olur Asra Bedel. Kitap bittiğindeyse adının altını kuvvetle doldurduğunu fark ettim. Bu yönüyle çok etkileyici bulduğumu dile getirmeden geçemeyeceğim. 

Aytmatov’un kaleminden aldığım tat hemen hemen Khaled Kosseini’nin kaleminden aldığım tatla aynı diyebilirim. İkisinin arasındaki benim adıma en belirgin fark sürükleyicilikleri oldu. Aytmatov özellikle bölüm geçişlerinde duygu ve mekân tasvirlerini o kadar uzun yapıyor ki bu durum beni kitaptan bir süre sonra koparıyor. Olayı bütün olarak yaşamamı engelliyor. Kitap olduğunu sürekli hatırlatıyor, diyebilirim. 

Olay örgüsü Yedigey’in kendisinden yaşça büyük arkadaşı Kazangap’ın ölüm haberini almasıyla başlıyor ve zamanın şimdisinde yol alırken yer yer geçmişin girdabına dalarak devam ediyor. Özellikle Sarı-Özek bozkırlarının tasvirleri öylesine güçlü ki okuyucuyu alıp o topraklara hatta o istasyonda çalışmaya götürüyor. Yaşanılan zorlukları kendi kamburumuzda hissetmemizi sağlıyor. 

Biraz daha konuya ve karakterlere odaklanacak olursam ilk sayfalarda Yedigey’in karısını gördüğü ve yaşlandığını fark ettiği satırlar yer alıyor. Bu durum pek hoşuma gitmedi. Feminizm olarak algılanmasın sadece bu ani fark ediş beni öfkelendirdi. Onca senelik can yoldaşın anca mı anladın, diyerek omuzlarından tutup sarsmak istedim. Sayfalar ilerledikçe de ağzıyla kuş tutsa yaranamadı Yedigey bana, sevemedim karakteri ki haklı da çıktım. 

Yedigey savaş gazisi ve hayat mücadelesi gerçekten takdire şayan lâkin biraz dikkat vererek okursanız Yedigey karakterine dair olumlu ne varsa ardında Ukubala (eşi) var. Evet mücadele etmiş bir karakter ama görüyorum ki asıl savaşı Ukubala vermiş. Bütün detayları yazmak istemiyorum, size de okuyacak şeyler kalsın diye ama söylemeden geçemem bunları. Kitabı eğer okursanız bilin ki iyi ne varsa kadınlardan kaynaklı. Bozkırdaki cefakâr hayat ve bununla asıl mücadele edenin kadın oluşu bana Anadolu’yu anımsattı. Ukubala kitap boyunca on sayfa ya konuştu ya konuşmadı ama kendi adıma söyleyebilirim ki roman için bir kahramandan söz edilecekse bu kişi kesinlikle Ukubala olmalı. Okuyucu olarak fikrim bunlar, yazar olarak ise iyi ve güçlü karakterler oluşturmanın nasıl olabileceğini gördüm. Az olay ve daha az kelimelerle… 

Yedigey’in iki tane kızı var. Onları sevmediğini söylemiyorum ama hislerim bu yönde. Ve açıkçası genel kanaatim, sanki Yedigey berbat bir adammış da yazar onu sevmemiz için uğraşıyor gibi geldi bana. Sürekli evladını öven bir anne gibi. Bu düşünceye kapılmamın asıl nedeni ise Yedigey’in, Abutalip öldükten sonra eşi Zarife’ye olan hisleri. Arkadaşının eşine aşık olmak mı? Midemi de alıp gidiyorum. Bir de açılıyor. Açılmak nedir? Düşündükçe başıma ağrılar giriyor. Olabilir mi böyle bir şey? Neyse ki bu kitabın kadınlarının hepsi harika insanlar. Zarife öylesine aklı başında bir hanımefendi ki yüz vermeden en doğru çözümü bulup, güçlü kadının nasıl olduğunu herkese göstererek yapılması gereken en doğru şeyi yaptı. Ukubala’ya kızdığım tek yer burası oldu. Her şeyin farkında olup yok saydı bu durumu. Doğru ya da yanlış yaptı demiyorum ki bana göre yanlış. Fakat yine de beni sabrıyla kendine hayran bırakmayı başardı. 

Zarife okumuş, öğretmen bir kadın. Türlü fedakârlıklar yapıp çocuklarının ve hayat arkadaşının yanında olmak adına çağının oldukça gerisinde kalmış bu yere, bin bir çeşit zorlukla bezenmiş bu bozkıra gelip hayalleri olmadan, yarın olmadan sadece çocuklarını yetiştiriyor. Kocasını kaybettiği zaman bile bunu yapmaktan vazgeçmiyor. Cesur kadın der, susarım. 

Kazangap ise Yedigey tarafından sürekli paylanıp durdu kitap boyunca. Neden? Çünkü Zarife’nin gitmesine izin vermişmiş. Hadi oradan sen de… Bir kitap karakterini öldürebilsem bu kesinlikle Yedigey olurdu. 

En çok zoruma gidense Yegigey’in kendi kızlarını sevmeyip sürekli Zarife’nin oğullarını sevmesi. Sevgiye zaafı olan ben için öylesine yıkıcıydı ki bu yönüyle. Hâlâ buraya takılıp kalıyorum. Aşamıyorum. 

Bir diğer karakterimiz, pardon karakter dedim karaktersizimiz diyecektim, Sabitcan’a değinmeden bu yazıyı sonlandırmak istemem. Kazangap’ın oğlu. Hani evlat olsa gerçekten eldivenle sevilir. Öyle bir adam. Ağzını açtığı an bir kaşık suda boğmak istedim kendisini. İfrit oldum. 

Kitabın genel düzlemi bu ama bütün bunların yanında benim kitabı heyecanla okumamı sağlayan en sevdiğim şey uzay araştırmalarıyla ilgili olan kısımdı. Sarı-Özek bozkırının yakınlarında bir uzay üssü var. Buradan 2 astronot uzaya gitmiş ve insanoğlu gibi bir yaşam formuyla karşılaşmışlar. Hatta iletişim kurmuşlar ve dünyadakilere haber vermeden onların gezegenine gitmişler. Dünyadakiler bu 2 astronottan haber alamayınca bakmaya gidiyorlar. Bıraktıkları nottan durumu öğreniyorlar. Sonra ne mi oluyor? Tam bir saçmalık. (Bana kalırsa elbette.) Dünyalı olmaktan menediliyorlar. Astronotların ise bu durum pek umurlarında değil. Bu kadar! Kitabın diğer bölümüyle ilgisi ise Kazangap’ı gömmeye götürdükleri efsanesi olan bir mezarlık var. Burayı, uzay üssü topraklarına katılmış. Bu nedenle de içeri girip gömmelerine izin vermiyorlar Kazangap’ı. 

Hiç olmazsa Yedigey’i kaçırsaydı uzaylılar ne bileyim Sabitcan da olurdu ama olmadı. Beklenmedik bir sonuca varması açısından tam not ama bu son, otur sıfır benim için. 

Öte yandan efsanelerle de dokunmuş bir kitap Gün Olur Asra Bedel. Bunlardan biri de 19 yaşındaki kıza âşık olan fazlaca ihtiyar bir adamın efsanesi. Sürekli adamın değil kızın âşık olduğunu vurguluyor yazar. Biraz karışık gibi algılanabilir ama benim rengim belli. Bu yaş farkıyla aşk falan olamaz. 

Kitaptaki kadınlar için genel fikrim nasıl çok güçlü olduklarıysa erkekler içinde bir iki istisnayla yazarın, berbat erkek karakterler kaleme alıp yemin ederek bizi iyi insanlar olduklarına inandırmaya çalışması. Karakter oluşturma açısından muazzam başarılı bir kitap olduğunu söylemem gerekir. Yazmak nedir, derlerse işte budur, derim. Okuyucu olarak ne kadar keyif aldıysam yazar olarak da aynı keyfi aldım. 

Toparlayacak olursam kitap bittiğinde bir kitabı bitirmiş gibi değil de koca bir hayatı görüp geçirmiş gibi hissettim. Betimlemelerinin beni yer yer koparması dışında birkaç tane can alıcı noktası var kitabın, yazar buralarda okuyucuyu yıkıp geçebilecekken bunu yapmamış. Elbette bu tercih meselesi. En azından benim, bu yönüyle beklentimi karşılamadığını söyleyebilirim. Aytmatov’u zirveye taşıyan eser benim gözümden tam olarak böyle. Edebiyat anlamında oldukça yoğun bulduğumu söyleyebilirim. Ben sevdim ve tavsiye ederim. 

                                                                                                        Kübra Akkuş