AŞKIN BÖYLESİ
AŞKIN BÖYLESİ
Ezelden ebede öylesine coşkulu aşklarla karşılaştık ki ona dair ne söylenecek söz bitti ne de anlatılacak hikâye. Öyle şeyler barındırdı ki içinde, büyüdükçe büyüyen kar tanesine döndü. İlahi güç, ölüm acısını dağa taşa verip katlanabilen olmamışken insanoğlu kaybettiğinin acısına alışmaya alıştı. Sevdayı verdi peşi sıra. Acıyı perçinleyip mühürleyelim diye. Sevdalık zordu, hele ucunda bir de kavuşamama hâli varsa eyvah ki ne eyvah...
Mecnun aşkından çöllere vurmuşken kendini, Leyla'yı görenlerin gözünde bir hiçe dönüşürken hisleri, onu bir de benim gözümle görebilmeniz tek dileğim, derken aşkı boyut değiştirip Yüce Mevla'ya varmıştı. Sorgusuz sualsiz…
Aşkın türlü hâllerini bazılarımız Mecnun olup tatmışken bazılarımız da fark etmeden gelişine yaşadı. Ya ömür defterinde onu hiç yaşayamadan göçüp gidenler? Bence en acınası ruh hâleti içinde olan bu insan varyantları. Ne büyük acıdır insanı kendi suretine büründüren, bu duyguyu tadamadan viran olup bir bilinmeze yürümek.
Aşk neydi? Teslimiyetle görmenin devreden çıktığı; işitmediğin, tatmadığın, nefes almakta güçlük çektiğin bu denli olumsuz gibi görünenin ötesinde en büyük güçtü, zırhtı, samimiyetti.
Peki bu denli sevda şarkılarını kalplerimize sevdiren neydi? Dilimize pelesenk olan türküler, yana yakıla bestelenen körpe şiirler, bizi biz yapan tüm notaların rotası hep aynı istikameti gösteriyordu. Sevin, diyordu Yaradan; karşılıksız, tutkuyla.
Sevdaya dair söyleyeceklerimiz bitmedi, bitmeyecek. Ruhlarımızın Kalubela'nın gölgesinde bedenimize üflendiği anda ilk zerre zannımca aşktı. Bildim ki onun üstünde hiçbir güç olmadı, olamayacak. Bu sırrın perdesi de Levlake levlak sırrında vücut bulacak.
ELMAS GEZER