PAPAĞAN CİNCON
Son günlerde evdeki gürültü iyice canımı sıkmaya başladı. Neler oluyor anlamıyordum.
Sabahları hepsi evden giderdi. Ben de onlara giderken “Güle güle, güle güle” diyerek uğurlardım. Akşam eve döndüklerinde de “Hoş geldin, hoş geldin” diye karşılardım. Zeynep, beni çok terbiyeli bir kuş olarak yetiştirdi. Daha ben bebekken başladı konuşma talimlerine. Sekiz yıldır bıkmadan usanmadan insan dili öğretiyor bana. Umarım sonunda benim insan olacağıma inanmıyordur.
Evde hummalı ekmek yapma çalışmaları vardı. Meryem Anne bir gün ekmeği yakıyor, ertesi gün kupkuru yapıyordu. Henüz insan ağzına layık bir ekmek yapmayı becerememişti. Bu yüzden de hepsini ben yiyordum. Televizyon gece gündüz açık, Nuri Baba elinde kumanda, o kanaldan bu kanala geziyordu. Haberlerde görüyordum; insanların ağızları bir şeyle kapalı. Bizimkiler de takıyor ondan. Meryem Anne babaya, “Çocuğun yanında böyle şeyler söyleme, ağzını bantlarım yoksa!” diyordu. Kesin baba durumu abarttı ve anne de dediğini yaptı. Annenin ağzını da Zeynep bantlamış olmalı, yoksa ne diye kendine ceza versin? Bana sorarsanız bu bant işi pek akıllıca çözüm değil. Bir insan kötü söz söylemek istiyorsa sadece ağzını kullanmaz ki. Nuri Baba’dan biliyorum. Aramızda kalsın, biraz sinirli kendisi. Bazen gözlerinden ateş fışkırır; karşısındaki insanı ejderha gibi ateşiyle yakar. Bazen de elleri kolları fırtınada savrulan ağaç dalları gibi ne yöne gideceğini şaşırır. Bazen de sinirlendiğini elindeki kumandanın duvara çarpma sesinden anlarız. Yani insanlar her zaman ille de bir ağıza ihtiyaç duymazlar.
Benim için bu işin en kötü yanı sohbetsiz kalmak oldu. Zaten sabah akşam iki çift laf ediyorduk, ağızlar bantlanınca onu da kestik. Sonra beni pencerenin önüne koydular, öyle boş boş etrafı seyrediyorum. Sokaklarda da kimse yok, bolca hayvanlar geziyor. Elektrik tellerinde kuşlar vardı. Onlar benim gibi değiller, renksizler. Bir de uçabiliyorlar, benim gibi değiller. Biri seslendi:
“Şşşt, Cincon! Ne zaman bitecek senin ceza?”
“Ne cezası? Ben gayet mutluyum hâlimden.”
“Tabi tabi, ne demezsin? Sayılı gün çabuk geçer, sen keyfine bak.” dedi diğeri.
Keyifsiz miydim gerçekten? Çok güzel bir kafesim vardı. İçinde ses çıkartan renkli oyuncaklarım, yemlerim, suyum... Her ihtiyacımı karşılıyordu ailem.
“Senin arkadaşların adaların bin bir güzelliğini tadarken sen o demir delikte çekirdek çitle.” dedi renksiz kuşlardan bir diğeri. Oraları hiç görmesem de içimi bir huzur kapladı.
“Hiç boşuna kanıma girmeyin, gidemem ben o kadar uzaklara.”
“Niye? Sen kuş değil misin?”
Sahi! Ben de onlar gibi bir kuş muydum?
Cesaretin insana kanat taktırdığını söylemişti Meryem Anne Zeynep’e öğüt verirken. O an içimde duyduğum şey, insanlara kanat taktıran, bana ise özgürlüğü tattıran şeydi.
***
Buraya ne kadar zamanda geldiğimi bilmiyorum. İtiraf etmeliyim ki çok zor bir yolculuk oldu. Belki onu da başka zaman anlatırım. Demir deliği ve Zeynep’i özlüyorum. Yine de hayat bu adada çok güzel. Epey alıştım aslında. Siyah tişört giyen bir adam burada insanları aç bırakıp oyunlar oynatıyor. Biz de arkadaşlarla ağaçlardan onları izliyoruz. Ben mavi takımı tutuyorum. Benim tüylerimin renginde olan.
AYŞE ÖKSÜZ