DİJİTAL MEDENİYETLER TARİHİ MÜZESİ

A.g.e. Dergi

01 Kasım 2022

229

DİJİTAL MEDENİYETLER TARİHİ MÜZESİ

Babam velipres.com’dan dijital bir takvim almış. Kendisi teknoloji meraklısıdır. Nerede yeni bir şey çıksa hemen gider alır. Kargo geldiğinde heyecanla açtı, görünüşü basit bir şeydi. Aleti ayarladı, kurdu. Konsolun üzerine koydu, karşısına da geçti, başladı keyifli keyifli çay içmeye.  “Baba bu takvimin bi numarası yok mu” diye sordum. “Onun alâmet-i fârikası Geleceği Gösteren Takvim olması.” dedi. Şaka yapıyor olmalıydı. Bütün takvimler geleceği gösterir zaten. Neyse, babamla bunları konuşacak vaktim yoktu. Annem, “Ben hazırım, hadi çıkalım.” dediğinde babam çoktan kapıdaydı; markete gittiler. Ben de takvimin karşısına geçtim. Zaten gelecek günlerin yazılı olduğu bir takvimi, çok satması için -Geleceği Gösteren Takvim- diye tanıtmaları çok saçma değil miydi? Merak böyle bir şey işte, kurt gibi kemirir içinizi. Yanına gidip biraz karıştırmak istedim. Ekrandaki yazılara dokundum. Sayılar dönmeye başladı, sonra hızlandı, başım dönüyordu. Ne olduğunu anlamadım. Gözümü açtığımda köy gibi bir yerdeydim. Etrafta kocaman ekili tarlalar, hayvan çiftlikleri ve çiftliklerin içinde kocaman villa gibi evler vardı. Ağaçlar, dereler, cennet gibi desem abartmış olmam. Etrafa bakınırken yanıma uçan bir jetle beyaz sakallı bir dede geldi. 

“Hayrola evlat yolunu mu şaşırdın, niye öyle bakınıyorsun?” dedi. 

“Şeey, ben nerede olduğumu bilmiyorum, kayboldum sanırım.” 

“Korkma evlat, her yer bizim, kaybolsan da bir şey olmaz.” dedi. 

Ne demek istediğini anlamadım, nerede olduğumuzu sordum. Yenişehir’miş.

“İyi de nerenin Yenişehir’i?” 

“Ah evlat, sen nereden geliyorsun Allah aşkına? Yabancı mısın yoksa? Burası Anadolu’nun en batısı, çok çok eski adıyla ADB derlerdi ama senin bildiğin zamanlar değil, hatta benim bildiğim zamanlar bile değil. Çook eskiden... Bu şehir de NüYork’tu o zamanki adıyla. Biz aldıktan sonra Yenişehir oldu. Siz okulda ne öğreniyorsunuz, tarih dersiniz yok mu?” dedi. 

Bir çırpıda anlatıvermişti her şeyi. Şimdi huylanmaya başlamıştım… 

“Peki dedeciğim bütün bunlar nasıl oldu? Yani NüYork’un eskiden ışıl ışıl yüksek binaların gökyüzünü deldiği bir şehir olduğunu duymuştum. Ne olmuş onlara?”

“Bak evladım, şu an bulunduğun yer son nokta. Kolay olmadı tabii… Önce doğuya doğru ilerledik. Yıllarca uğraştık. Okyanuslar geçtik. Son durak da burası oldu. En zor burayı ıslah ettik. Ne o öyle yüksek binalar, boşa yanan elektrikler. Bu coğrafyaya alışmak kolay olmadı; kasırgasıydı, hortumuydu... 

“İyi ama savaş?” 

“Savaş yok evlat, gönül fethiyle…”

Biz konuşurken bir gürültü başladı. İleriden, üzerinde askerler bulunan bir at sürüsü bize doğru yavaş yavaş geliyordu. 

“Dede neler oluyor bu da nedir?”

“Sakin ol evlat.  Bugün AnaKara’nın kapılarının Türklere açılışının 100. yılı. O yüzden kutlamalar var.”

Tam hangi yılda olduğumuzu soracaktım ki dede uçan jetine bindi.

“Benden bu kadar evlat, sen kutlamaları izle, gez dolaş. Benim biraz işlerim var.” dedi. 

“Ama ters bendin araca dede!” 

“Bunun ilmi böyle yavrum, ters binince gidiyor, KaraUçan onun adı.” 

“Ama dede adını söylemedin bana kimsin sen?” 

“Bana Hasrettin Hoca derler, haydi eyvallah…” dedi ve havalandı. 

Ben yürümeye devam ettim. Daha önce de NüYork’a gelmemiştim fakat televizyonda görmüştüm. Nasıl o şehir gitmiş de böyle bir yer gelmiş? Burası resmen doğa harikası! Az ileride kapısında DİJİTAL MEDENİYETLER TARİHİ MÜZESİ yazan bir bina gördüm. Merakla içeriye daldım. Şu an kullandığımız son model akıllı telefonlar hatta daha da akıllıları vardı. Bilgisayarlar, akıllı saatler, tabletler, dronlar her şey bir tarih müzesinde sergilenmişti. Tüm bunlar aklımın sınırlarını zorluyordu. Sonra yukarıda, duvarda TAKVİM KORİDORU yazan bir yere girdim. Tarihten bu yana tüm medeniyetlerin kullandığı takvimler bulunuyordu. Çeşit çeşit örnekler… Gözüme bir tanesi çarptı o anda. Yanına gittim. İlginç bir aletti. Altında Geleceği Gösteren İlkel Bir Dijital Takvim yazıyordu. 50 yıl öncesine aitti. Yazıda parantez içinde (Çalışır durumdadır, ayarlarıyla oynamayınız!) yazıyordu. Ve tarih 26 Ağustos 2071’di. Şimdi anlamıştım kutlamaların sebebini. Anadolu’ya girişimizin bininci yılında AnaKara’ya girmişiz. “Ah şu çılgın Türkler…” dedim sessizce sırıtarak.

İçimden bir ses bu takvime dokunmam gerektiğini söyledi. Sayılar değişmeye başladı. Öyle hızlı akıyordu ki başım döndü. Gözümü açtığımda evde, salonda kanepede uzanıyordum. Babam “Nihayet!” dedi, “Uyanabildin.” 

“Uyanmak mı? Ben uyumadım ki!”  

“Tabi tabi, gözlerini dinlendiriyordun biliyorum. Ee anlat bakalım, yediğin içtiğin senin olsun neler gördün rüyanda?” 

“Vallahi babacığım ben gördüklerime inanamadım, sen duyduklarına inanabilir misin bilmem.”  

AYŞE ÖKSÜZ